31 Ağustos 2010 Salı

kötü günler geçirmiştim. paranoyalarım ve ben çok mutsuzduk. yalnızdık, çaresiz ve sessizdik. söylenecek sözler vardı. fakat boğazımda düğümlenmişti. çıkmıyordu kelimeler, sadece içimde yaşıyorlardı, dile getiremiyordum bir türlü.
bir gün her şey tersine döndü. bir baktım herşey güzel gitmeye başlamıştı. yaşananların ardından beklenmedik gelişmeler olmuştu. hani hep istersin, dilersin, gerçekleşmesini umut edersin birden oluverir ya, işte öyle. şaşırtıcı ama gerçekti. sonuna kadar yaşamak istediğim o an gelmişti evet. nasıl sürerse sürsün, zaman mekan önemsemeden. yeter ki sürsün, demiştim.
gülerek hatırlanacak o güzel anıları tattım, birer birer, yavaş yavaş, keyfini süre süre. zaman geçmesin istedim, durmalıydı. vazgeçmeliydi yelkovan, akrebi kovalamaktan. derken dinlemedi beni tabi ki. devam etti saniyeler, dakikalar, saatler akıp gitmeye.
bulutların üstüne gibi hissediyorum kendimi derler ya hani, öyleydim bende. meğer fazla uçmuşum bu sefer. birden yere çakıldım. tam ayağa kalkmaya çalışırken, önüme bir engel daha çıktı, düştüm. tutunucak yer yok. elini uzatması gereken kişi arkasını döndü ve gitti. o ıssız sokakta ben varım şimdi. birden yere düşmenin, yalnızlığın hezimetiyle sürünüyorum...
düşünmek istemiyorum aslında ama engel de olamıyorum. aklımı kurcalıyor sorular. neden? ne gerek vardı? bir sebebi olmalı yapılan şeylerin. bir amacı olmalı. yok galiba, büyük bir sessizlik var etrafımda. ne bir cevap, ne bir ses, ne bir nefes...
bir şarkı var aklımda. sanki benim için yazılmış gibi. ''Düşümde bir adam var, benim mi bilemediğim. Bir adam var diyorum, düşünüp düşümden ayrı kaldığım...''
sadece bu cümleler dökülüyor dudaklarımdan, ne yapacağımı bilmeden bir köşede oturmuş sayıklıyorum. o gitmiş, kendime itiraf edemesem de biliyorum. itiraf etmekten korkuyor, kaçıyorum. bu kadar aciz olmak bana göre değildi hani diyorum kendime. nerde kaldı o dayanıklı damla? o da gitmiş meğer. bambaşka biri gelmiş yerine. uzanacak eli bekliyor, kendi başına kalkmak yerine. ne zor... aşk acıtır, bilirdim bunu. ama bazen daha fazla acıtırmış, bunu öğrendim. öğrenmek zorunda kalmışım. zaman akıp giderken, olanların farkına varamamışım. kendime salak derdim hep, artık demeyeceğim. yeterince haksızlık değil miydi bu? bir de kendime yapmak niyeydi?
o söylemeden de biliyordum. keşke bilmeseydim, keşke yanılsaydım. utancımdan yerin dibine geçseydim, konuşacak yüzüm olmasaydı da haklı çıkmasaydım. böyle olacağını biliyordum demek daha da yaktı, yakıyor canımı.
nerde olduğumu bilmiyorum, neyi düşüneceğimi bilmiyorum. kim doğru kim yanlış... kime güvenmem gerekeceğini bilmiyorum. yalnızca gitmek istiyorum, canımı acıtan herşeyden bir an evel uzaklaşmak...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

17 ağustos 1999

zaman ne çabuk akıp geçiyor. neler geçiriyoruz şu hayatta, neler atlatıyoruz. zamanı durdurmak ne mümkün?
yıl 1999, aylardan ağustos, evet 17 ağustos, saat 03.02
bir şehir düşün, gece herkes o sıcacık yatağında yatarken, huzur içerisinde uyurken, osman amca belki de 3. rüyasını görürken o şehri düşün. kimi ışıklar daha yanıyor, eğlence bitmemiş ya da sıkıntılı haller içerisinde uyuyamayan insanlar düşün. bunlardan 2-3 dakika sonrasını düşün. ne görüyorsun söyle bana? yaşanmışlık kokan binaların bir anda nasıl yerle bir oluğunu mu gördün yoksa? yoksa çöp kokuyor bu mahalle, pislik içersinde bu mahalle dediğin yerde, yerine geçen ceset kokularını mı duydun? bir zamanlar koşup, top oynadığın, annen sana pencereden ''terli terli su içme hasta olursun'' dediğinde sinirlendiğin, arkadaşınla kavga ettiğin mahalle ne hale gelmiş gördün mü? herşeyin yok oluşunu görmek, yıkıntılardan hatıralar toplamaya çalışmak ne acı dimi?
11 yıl geçti ardından. hala dün gibi oysa, söylendiğinde tüyleri diken diken etmeyi bırak, göz yaşları ardında saklanmaya çalışılan o gün. lanet olası şu insanlık, sadece gününde hatırlıyor o günü. ertesi gün ise eser kalmıyor kendinden, unutuyoruz. oysa ki ne kayıplar verildi yaşama dair, ne insanlar yitip gitti şu dünyadan. ne acılar çekildi, ne zorluklarla mücadele edildi. çeken bilir dimi? sıyrılmak bu kadar olmamalı. kaç tane çocuk annesiz babasız kaldı, kaç insan tüm tanıdıklarını kayıp verdi, gömdü o günün içine, haberin var mı? bu kadar basit olmamalı insan hayatı! ne skandalları getirdi peşinden, ne gerçekleri su yüzüne çıkardı o gün. böyle mi olmalıydı olsa? akıllanmak için hep bir şeylerin olması mı lazım?
şimdi gidip baksan düzen kurulmuş, o izler ancak yaşayanın yüreğinde öyle değil mi? bir dahaki felaketi beklemek şart mı, bu kadar kolay mı şu hayatlar ya? unutulması zor izler bıraktı o gün ardından. aynı zamanda büyük ders alınması gereken izler bunlar. ya hala ders alınmadıysa? bir daha böylesine büyük bir acı ve kaybı kaldırır mı bu insanlar? umuyorum alınmıştır, buna inanmak istiyorum. evet ben bu acıyı yaşamadım kabul ediyorum ucuz kurtuldum belki ama empati kurmak o kadar zor değil be arkadaş. 1 hafta önce otobüsle geçtiğin yerlerin bir anda yıkılıp gittiğini, o insanların artık yaşamadığını düşünmek bile acı. umarım bir daha böyle bir felaket yaşanmaz. umarım...
17 ağustos u unutmamalı ey insanlık, unutturmamalı!

15 Ağustos 2010 Pazar

kendimi kaybettim

evet kendimi şu an itibariyle kaybetmiş bulunuyorum. saatlerdir ezginin günlüğü grubunu dinleyip kendimden geçtim ve sonunda kendimi kaybettim. adamlar ne güzel söylemiş ''... bu kadar mı yollar uzun? bekliyorum, gelmiyorsun.'' beklenti üzerine yazılabilecek en güzel şarkılardan bir tanesi sanırım. hatta ta kendisi.
bekleyişler zordur. çaresizlikleri beraberinde getirir her zaman, ben böyle gördüm en azından. çaresizlik için yapılabilecek hiçbir şey yok sanırım. adı üstünde çaresizlik. insan hani içindekileri anlatamaz ya bazen, açığa çıkaramaz, belki de çıkarmaktan korkar. elin kolun bağlıdır, kendini suçlu biriymiş gibi hissedersin. çırpınışlar boşadır. çırpındıkça daha da batarsın. battıkça yalnızlığınla yüzleşirsin. soğuk bir kış günü yaşam mücadelesi veren, titreyen bir kedi kadar çaresizsindir. kendi dünyanı kurmaya çalışırsın, hayatta kalmak adına. ama birşeyler yapmaya çalışmak, pembe gözlükleri takmak işe yaramaz her zaman. söyleyemediklerin, yapamadıkların içini kemirir durur ve buna asla engel olamazsın. çıkış yolu aramak o kadar zor gelir ki çünkü yorgunsundur. bitik bir halde bekler durursun.
daha fazla elim gitmeyecek sanırım. şarkının sözleriyle son veriyorum içimdekilere.

Yetişmiyor sana sesim
Bekliyorum gelmiyorsun
Yıllar geçti mevsim mevsim
Bekliyorum gelmiyorsun

Dağlar yüce beller uzun
Günler aylar yıllar uzun
Bu kadar mı yollar uzun
Bekliyorum gelmiyorsun

8 Ağustos 2010 Pazar

hayal

hayaller bizim iç dünyamızın oyuncağıdır, çoğu zaman avuntumuz, çoğu zaman umudumuz...
hayal kadar güzel bir kavram bulunamaz şu hayatta, bugün buna karar verdim. hayaller bizi bir şekilde de olsa hayata bağlıyor aslında. turkcell le hayata bağlanmak gibi değil yani. hayal kurmayan insan yok şu dünyada, olmamalı da. istemeden, farketmeden bile olsa gerçekleşiverir birden. hayal kurmak, kurabilmek çok güzeldir. gerçekleşip gerçekleşmemesi önemli bile değil. bir an bile olsa, insan gerçekleşmesini istediği birşeyin hayalini kurarken mutlu olabiliyor. hayalin yaşayışını, akıp gidişini izlemek bambaşka bir duygu. o hayalin öyle gerçekleşip gitmesinde belki çekiciliği. hayaller yıkıldığında geriye kalan tek şey, o anı gerçek olmasa bile gözünde tasvir edebilmiş olabilmektir. güzel bir filmi izlemiş gibi arkasına rahatça yaslanabiliyorsa eğer insan, hayal kurmanın kötü birşey olmadığının da farkına varmış demektir.
arzuyla hayal kavramları birbirlerini çok severler. hayal edersin, hayal ettiğin şeyi arzulamaya başlarsın. tabii bu hayaller gerçek dışı olmalıdır. onu aramak, bulmaya çalışmak, ona ulaşabilmek için çaba sarf edebilmek... bunlar gerçekleşiyorsa eğer, artık onu istemekten vazgeçersin bir süre sonra. bir bakarsın aslında istediğin o değildi, onun hayaliydi. bu yüzden insanlar maymun iştahlı zaten.
kimi zaman da bunun tam tersi olur, çok istersin, gerçekleşmez hiç bir zaman. aslında gerçekleşmeyeceğini de biliyorsundur. ama vazgeçemezsin, hayalini kurmaktan alıkoyamazsın kendini. sonra ne olur? hayaller yıkıldı dimi? yıkılan hayaller ardında üzüntü ve acıyı getirebilir evet. ama yenisini oluşturmak o kadar zor değil ki. parçaları birleştir ve yeniden oluşsun. eskisinden daha güzel olmayacağı ne malum? insan kendisine hayal kurdurabilecek birşeye sahipse asla vazgeçmemelidir hayal kurmaktan, kaçmamalıdır. çünkü üzdüğü kadar da mutlu eder.

6 Ağustos 2010 Cuma

kinyas ve kayra

...kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? beni kim kurtaracaktı? ''kurtuluş'' dedim ''ankara da bir mahalle.'' fazlası değil. belki bir de bob marley in en iyi şarkısı. daha fazla düşünmeye gerek yok. adı her yerde, kendisi yok. kurtulmaya gelmiyoruz bu dünyaya. daha da saplanmak için buradayız. dibine kadar. onun için çürüyor bedenlerimiz ölünce. mısırlılar uğraşmış efendileri kurtulsun diye ama nafile. çaresi yok. kurtuluşu beklemek yararsız. gelmez çünkü. kontenjan dolmuş. biz daha çok kötülüğün sınırını zorluyoruz.
mucizeler bitti. doğmak yeterince mucizevi. başka bir tane daha beklemek aptalca. ölmek de ikincisi. bunların arasında da bir şey yok. kimse beklemesin...

cümleleri ile beni kendimden geçiren o büyüleyici kitap... neden büyüleyici, başka kitap mı kalmadı? sorularıyla karşılaşmadım değil, bundan da utanç duymadım sayılmaz. utanıcak ben değilim be arkadaş. kimse kimsenin zevkine karışmamalı değil mi? ben karışmıyorum şahsen, bu da benim zevkim.
kitap hakkında o kadar çok yorum yazabilirim şuraya fekat blog falan çöker diye korkuyorum.
nasıl sürükledi de bi çırpıda okudum ben de haala anlamadım. onu da geçtim, beş kere okudum. etkisinden nasıl kurtulmayı başardım, artık okuyan bilir halimi. çabuk bitirmek istemedim, itiraf ediyorum. ama öyle bi etki bıraktı ki, okumadığım anlarda kitabın ilerleyişini canlandırır hale geldim. sanki zihnim kitabı okumaya devam eder gibiydi. dayanılmaz bi his bu. çoğu kitaptan etkilendim, paragraflarını not ettiğim kitaplar da oldu. fakat bu bambaşkaydı.
okumayanlar için, okumayı reddedenler için o kadar üzülüyorum ki anlatamam. büyük kayıp diyebilirim iki kelimeyle özendirircesine.bu kitabı okuyanlar azınlıkta olduğu için de ayrıca üzülüyorum. yaa nasıl yaa? anlatmaya çabalamak çaresizliğimin eseri burdan içten bir şekilde özür dilemek istiyorum aslında. çünkü ne kadar anlatmaya çalışırsam belki o kadar batıyorum ya da başarısız oluyorum. herkesde aynı duyguları uyandırmaz her eser, zaten eser olmaz o zaman dimi? bu da öyle işte okusanız ne kaybedersiniz? dediğim, hatta oku da gör bakalım daha da dalga geçmeye devam ediyor musun? da demek istediğim canım başucu kitabım. seni kimsecikler okumasa, sevmese bile ben seviyorum yaa!

Sözlerimin sonunu duymadığın zaman.
Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman.
Değiştiriyorum son kelimelerimi.
Değiştiriyorum sonumu.