22 Aralık 2010 Çarşamba

ışıkları loş, tenha bir ayazdı ölüm


ışıkları loş soğuk bir güz gecesi, sokakları ıssız.
karşıdaki apartmanı anlamlı kılmaya çalışan lamba savaşıyor kendi halinde, büyük bir aydınlık mücadelesi.
bir ses yükseliyor sokakta. kırmızı yüksek topuklar... asfaltı delercesine çığlığı, geçip gidiyor buralardan.
kan donduran bir soğuk hakim rüzgara, yapraklar toplu intihar peşinde.
dolunay var bu gece. çoğu zaman bulutlar kaplasa da önünü, çıkıyor tekrar karşıma, beni görmek istercesine.
yağmur yağıyor, yüzümde anlamsız bir tebessüm. içimi kıpırdatan damla sesleri, uyuşuyorum.

karşı binanın ikinci katındaki balkondan bir yüz beliriyor, masum küçük bir kız.
saçları benim gibi kısacık, kahküller çevrelemiş güzel gözlerini. elini pencerenin çerçevesine yaslamış ve çenesini kavramış yağmuru izlerken beni görüyor birden.
sıcacık bir tebessüm beliriyor o minik ağızında. bana bakarken dalıp gidiyor birden, içimde garip bir huzur.
onu öyle izlerken çocukluğum geçti gözümün önünden. gözyaşlarım istemsiz, yüzümde.
ne zaman üvey annemden dayak yesem yağmur yağardı o gece. pencerenin başına geçer bir şarkı mırıldanırdım yağmur eşliğinde.
sessizce ağlardım, hıçkırıklarımı duyduğunda bir tokat daha yerdim ince yanaklarıma.
oysaki çok severdim onu, hayata karşı dimdik duruşuyla hayrandım ona.
upuzun boyu, sapsarı beline uzanan saçları, bal rengi gözleriydi güzelliği. başı hep dik, yaşadıklarını göğsünden sektirmişcesine hoyrat.
asla yumuşak başlı değildi. sevgi denen o ince duygudan bir haberdi kalbi.
beni de hiç sevmemişti. belki de onun gölgesinde çiçek açamadım ben, kalbimi sevgiyle sulamadığı içindi belki bu suskunluğum.
babam ise kendi mutluluğu peşinde koşuşturan bir adamdı.
kel, kirli sakallı, her ne kadar çektiği yükün sırtında oluşturduğu kamburla ihtiyar gözükse de masmavi gözleriyle yıllara meydan okuyan bir yakışıklılığı vardı.
şermin annemle evlenmeden önce bebekliğimi anlatırdı bana, annemden bahsederken gözleri kızarırdı, ağlamamak için zor tutsa da kendini bir süre sonra dökülüverirdi yaşlar o pırlanta gözlerinden.
2.5 yaşına kadar bir gece olsun ayırmadım seni yanımdan, hep kokunla sarhoş olup uykuya daldım, derdi. sonra o uçsuz bucaksız kollarıyla kavrayıp sağ yanağıma bir öpücük kondurur, iyi geceler pamuğum, der
ve giderdi.
şermin annemden sonra hiçbirinden eser kalmadı, babaannemdi hayatımı yeniden iğne ipliğiyle düzelten. o yoğurdu kalbimi sevgiyle, o mayaladı. yalnızca o öğretti bana yaşamayı.
onun sıcaklığıyla uyudum çoğu geceler, onun tebessümüyle mutlu oldum, onunla varoldum.

şimdi ise yalnızım kendi evimde. ne şermin, ne babam ne de bir başkası var hayatımda. o evden atıldığımdan beri kendi hayat mücadelemleyim.
herkese rağmen seviyorum bu hayatı, geçmişim sadece raflardaki toz gibi, etkisiz, sakin.
geceyi seviyorum, apartmanlardan yükselen ışıkların sönmesiyle canlanıyor içimdekiler.
mutsuz değilim, sadece biraz hava soğuk.
ayaz var bu gece, her zamankinden biraz daha şiddetli.
telefon çalıyor birden, şaşırıyorum. saat gecenin üçü.
telefondan yükselen hıçkırık sesleriyle ürperiyor içim, bu gece hiç üşümediğim kadar üşümeye başlıyorum, titriyorum.
donup kalıyorum duyduklarımın verdiği acıyla, soğuk tenimde, damarlarımda rüzgar.
yığılıyorum yere birden. ışıklar seçilemez bir halde. her yer bulanık.
babaannem.
kalkamıyorum düştüğüm yerden, haykırışlarımla yankılanan ev, gözyaşlarıyla karışmış bir çehre.
her ne kadar hayata yaklaşmış olsamda tükenmiştim. ışıkların sönmesini öylece izledim.
bir ayazdı ölüm, ışıkları loş...

9 Aralık 2010 Perşembe

aşk tek kişilik


sonbahar
mevsimlerin en güzeli.
cıvıl cıvıl günlerin sonu, gerçeğin eşiği.

mutsuzum.
mevsim yine sonbahar.

yapraklar sapsarı, sevemediğimden.
başımı kaldırıyorum her şeye rağmen dirençli, sağlam.
rüzgar gözlerimi yaşartırcasına hoyrat.
saçlarımla aşk yaşıyorlar.

bulutlar bir ressamın elinden çıkmış gibi,
sanki gerçek değil.
o kadar özgün
güzel.

bense, artık ben değilim.
rüzgara boyun eğmiş,
çoktan dökmüşüm göz yaşlarımı.
kaybetmiştim.

kalemlerim de beni özlemiş meğerse.
ben mutluyken onlar,
yalnız kalmışlar.

aşkın en güzel yanıydı belki de,
kelimelere karışmış göz yaşları ardında gizlenebilmesi.

aşka ne anlam yüklesem, içi yine boş.
hem zaten ne anlamı vardı ellerimde hissetmeden ellerini.
ne anlardım ben aşktan!
ne bilirdim ki hakkında?
yağmurda ıslanırken onunla birlikte saatlerce yürümeden,
gözlerine bakıp.
içim acımadıysa,
duyduğum özlemden.
yanmadıysam aşkın ateşinde
ne anlamı vardı ki aşkın?

iklimi sonbahar aşkımın
sonbahar ise mutsuz.
yalnız bir ben,
aşk tek kişilik bu oyunda.

15 Eylül 2010 Çarşamba

...

ben, bile bile lades dedim.
hata mıydı? evet bildiğim için hataydı.
bunları demek şimdi bir güç göstergesi değil mi?
en azından farkına varmışım bir şeylerin.
klişe cümleler...
ne farkeder ki?
içimde yaşadıklarımı bastıramadıktan sonra.
denesem de yarım kalıyor bazı şeyler.
hani bazı anılar vardır, aklına geldiğinde gülerek hatırlarsın ya.
ne güzel günlerdi be, diye içini çekersin.
benim de güzel anılarım vardı.
yaşadığım güzel günler, bitmesini istemediğim dakikalar...
çoktan bitti evet.
çoktan geçti gitti.
şimdi aklıma geldiğinde gülemiyorum, iç geçiremiyorum.
o kadar kirlenmiş ki, o kadar lanetlenmiş ki,
keşke, tekrar, yeniden... diyemiyorum.
demek istemiyorum.
ama buruk içim.
yarım kalan bir şeyler var.
tam dokunacakken, yitip gidenler.
benim derken, dönüp baktığımda aslında hiç kazanamadıklarım.
asla bitmesin dediklerimin aslında hiç başlamadığını görmek.
ne desem bilemiyorum, zor mu, acı mı kavrayamıyorum.

bunları kabullensem bile içimden bu kadar olmamalı diyorum.
insanlar bu kadar iğrençleşmemeli.
yaşanılanlar en azından yaşanıp bittiğiyle kalmalı.
saygı duyulmalı, sevilmese bile...
hala battığı yerden pislik saçmamalı bir insan.
kabullenmeli bazı şeyleri, evet yaptım diyebilmeli.
bunlar da olmayınca hayat gerçekten çekilmez bir hal alıyor benim için, ya da bir başkası için, farketmez.
nerde hata yaptım demiyorum, hatam olsa bile olayların suçlusu ben değilim, biliyorum.
en kötüsü de bu ya, karşımdakini ne kadar suçlarsam suçlayayım, o zaten duymuyor.
o zaten kendi hayatında.
o hala battığı yerde başka hayatları yakmaya devam ediyor.
ne denebilir ki bu durumda?
susup yola devam etmeli, elden başka ne gelir değil mi?
ama şu an olduğum yerde saydığımı görüyorum.
kimi zaman dönüp arkama bakıyorum, kimi zaman... kimi zaman da duruyorum olduğum yerde.
zor olanı başardığım zaman evet her şey düzelecek.
yoluna girecek bir şeyler.
yapabilecek miyim, evet.
daha kötülerini atlatan bir insan için, sinek ısırığı olsa gerek.
bir süre kaşıyacağım, belki yara olacak ama onun da ilacı var.
geçecek...

31 Ağustos 2010 Salı

kötü günler geçirmiştim. paranoyalarım ve ben çok mutsuzduk. yalnızdık, çaresiz ve sessizdik. söylenecek sözler vardı. fakat boğazımda düğümlenmişti. çıkmıyordu kelimeler, sadece içimde yaşıyorlardı, dile getiremiyordum bir türlü.
bir gün her şey tersine döndü. bir baktım herşey güzel gitmeye başlamıştı. yaşananların ardından beklenmedik gelişmeler olmuştu. hani hep istersin, dilersin, gerçekleşmesini umut edersin birden oluverir ya, işte öyle. şaşırtıcı ama gerçekti. sonuna kadar yaşamak istediğim o an gelmişti evet. nasıl sürerse sürsün, zaman mekan önemsemeden. yeter ki sürsün, demiştim.
gülerek hatırlanacak o güzel anıları tattım, birer birer, yavaş yavaş, keyfini süre süre. zaman geçmesin istedim, durmalıydı. vazgeçmeliydi yelkovan, akrebi kovalamaktan. derken dinlemedi beni tabi ki. devam etti saniyeler, dakikalar, saatler akıp gitmeye.
bulutların üstüne gibi hissediyorum kendimi derler ya hani, öyleydim bende. meğer fazla uçmuşum bu sefer. birden yere çakıldım. tam ayağa kalkmaya çalışırken, önüme bir engel daha çıktı, düştüm. tutunucak yer yok. elini uzatması gereken kişi arkasını döndü ve gitti. o ıssız sokakta ben varım şimdi. birden yere düşmenin, yalnızlığın hezimetiyle sürünüyorum...
düşünmek istemiyorum aslında ama engel de olamıyorum. aklımı kurcalıyor sorular. neden? ne gerek vardı? bir sebebi olmalı yapılan şeylerin. bir amacı olmalı. yok galiba, büyük bir sessizlik var etrafımda. ne bir cevap, ne bir ses, ne bir nefes...
bir şarkı var aklımda. sanki benim için yazılmış gibi. ''Düşümde bir adam var, benim mi bilemediğim. Bir adam var diyorum, düşünüp düşümden ayrı kaldığım...''
sadece bu cümleler dökülüyor dudaklarımdan, ne yapacağımı bilmeden bir köşede oturmuş sayıklıyorum. o gitmiş, kendime itiraf edemesem de biliyorum. itiraf etmekten korkuyor, kaçıyorum. bu kadar aciz olmak bana göre değildi hani diyorum kendime. nerde kaldı o dayanıklı damla? o da gitmiş meğer. bambaşka biri gelmiş yerine. uzanacak eli bekliyor, kendi başına kalkmak yerine. ne zor... aşk acıtır, bilirdim bunu. ama bazen daha fazla acıtırmış, bunu öğrendim. öğrenmek zorunda kalmışım. zaman akıp giderken, olanların farkına varamamışım. kendime salak derdim hep, artık demeyeceğim. yeterince haksızlık değil miydi bu? bir de kendime yapmak niyeydi?
o söylemeden de biliyordum. keşke bilmeseydim, keşke yanılsaydım. utancımdan yerin dibine geçseydim, konuşacak yüzüm olmasaydı da haklı çıkmasaydım. böyle olacağını biliyordum demek daha da yaktı, yakıyor canımı.
nerde olduğumu bilmiyorum, neyi düşüneceğimi bilmiyorum. kim doğru kim yanlış... kime güvenmem gerekeceğini bilmiyorum. yalnızca gitmek istiyorum, canımı acıtan herşeyden bir an evel uzaklaşmak...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

17 ağustos 1999

zaman ne çabuk akıp geçiyor. neler geçiriyoruz şu hayatta, neler atlatıyoruz. zamanı durdurmak ne mümkün?
yıl 1999, aylardan ağustos, evet 17 ağustos, saat 03.02
bir şehir düşün, gece herkes o sıcacık yatağında yatarken, huzur içerisinde uyurken, osman amca belki de 3. rüyasını görürken o şehri düşün. kimi ışıklar daha yanıyor, eğlence bitmemiş ya da sıkıntılı haller içerisinde uyuyamayan insanlar düşün. bunlardan 2-3 dakika sonrasını düşün. ne görüyorsun söyle bana? yaşanmışlık kokan binaların bir anda nasıl yerle bir oluğunu mu gördün yoksa? yoksa çöp kokuyor bu mahalle, pislik içersinde bu mahalle dediğin yerde, yerine geçen ceset kokularını mı duydun? bir zamanlar koşup, top oynadığın, annen sana pencereden ''terli terli su içme hasta olursun'' dediğinde sinirlendiğin, arkadaşınla kavga ettiğin mahalle ne hale gelmiş gördün mü? herşeyin yok oluşunu görmek, yıkıntılardan hatıralar toplamaya çalışmak ne acı dimi?
11 yıl geçti ardından. hala dün gibi oysa, söylendiğinde tüyleri diken diken etmeyi bırak, göz yaşları ardında saklanmaya çalışılan o gün. lanet olası şu insanlık, sadece gününde hatırlıyor o günü. ertesi gün ise eser kalmıyor kendinden, unutuyoruz. oysa ki ne kayıplar verildi yaşama dair, ne insanlar yitip gitti şu dünyadan. ne acılar çekildi, ne zorluklarla mücadele edildi. çeken bilir dimi? sıyrılmak bu kadar olmamalı. kaç tane çocuk annesiz babasız kaldı, kaç insan tüm tanıdıklarını kayıp verdi, gömdü o günün içine, haberin var mı? bu kadar basit olmamalı insan hayatı! ne skandalları getirdi peşinden, ne gerçekleri su yüzüne çıkardı o gün. böyle mi olmalıydı olsa? akıllanmak için hep bir şeylerin olması mı lazım?
şimdi gidip baksan düzen kurulmuş, o izler ancak yaşayanın yüreğinde öyle değil mi? bir dahaki felaketi beklemek şart mı, bu kadar kolay mı şu hayatlar ya? unutulması zor izler bıraktı o gün ardından. aynı zamanda büyük ders alınması gereken izler bunlar. ya hala ders alınmadıysa? bir daha böylesine büyük bir acı ve kaybı kaldırır mı bu insanlar? umuyorum alınmıştır, buna inanmak istiyorum. evet ben bu acıyı yaşamadım kabul ediyorum ucuz kurtuldum belki ama empati kurmak o kadar zor değil be arkadaş. 1 hafta önce otobüsle geçtiğin yerlerin bir anda yıkılıp gittiğini, o insanların artık yaşamadığını düşünmek bile acı. umarım bir daha böyle bir felaket yaşanmaz. umarım...
17 ağustos u unutmamalı ey insanlık, unutturmamalı!

15 Ağustos 2010 Pazar

kendimi kaybettim

evet kendimi şu an itibariyle kaybetmiş bulunuyorum. saatlerdir ezginin günlüğü grubunu dinleyip kendimden geçtim ve sonunda kendimi kaybettim. adamlar ne güzel söylemiş ''... bu kadar mı yollar uzun? bekliyorum, gelmiyorsun.'' beklenti üzerine yazılabilecek en güzel şarkılardan bir tanesi sanırım. hatta ta kendisi.
bekleyişler zordur. çaresizlikleri beraberinde getirir her zaman, ben böyle gördüm en azından. çaresizlik için yapılabilecek hiçbir şey yok sanırım. adı üstünde çaresizlik. insan hani içindekileri anlatamaz ya bazen, açığa çıkaramaz, belki de çıkarmaktan korkar. elin kolun bağlıdır, kendini suçlu biriymiş gibi hissedersin. çırpınışlar boşadır. çırpındıkça daha da batarsın. battıkça yalnızlığınla yüzleşirsin. soğuk bir kış günü yaşam mücadelesi veren, titreyen bir kedi kadar çaresizsindir. kendi dünyanı kurmaya çalışırsın, hayatta kalmak adına. ama birşeyler yapmaya çalışmak, pembe gözlükleri takmak işe yaramaz her zaman. söyleyemediklerin, yapamadıkların içini kemirir durur ve buna asla engel olamazsın. çıkış yolu aramak o kadar zor gelir ki çünkü yorgunsundur. bitik bir halde bekler durursun.
daha fazla elim gitmeyecek sanırım. şarkının sözleriyle son veriyorum içimdekilere.

Yetişmiyor sana sesim
Bekliyorum gelmiyorsun
Yıllar geçti mevsim mevsim
Bekliyorum gelmiyorsun

Dağlar yüce beller uzun
Günler aylar yıllar uzun
Bu kadar mı yollar uzun
Bekliyorum gelmiyorsun

8 Ağustos 2010 Pazar

hayal

hayaller bizim iç dünyamızın oyuncağıdır, çoğu zaman avuntumuz, çoğu zaman umudumuz...
hayal kadar güzel bir kavram bulunamaz şu hayatta, bugün buna karar verdim. hayaller bizi bir şekilde de olsa hayata bağlıyor aslında. turkcell le hayata bağlanmak gibi değil yani. hayal kurmayan insan yok şu dünyada, olmamalı da. istemeden, farketmeden bile olsa gerçekleşiverir birden. hayal kurmak, kurabilmek çok güzeldir. gerçekleşip gerçekleşmemesi önemli bile değil. bir an bile olsa, insan gerçekleşmesini istediği birşeyin hayalini kurarken mutlu olabiliyor. hayalin yaşayışını, akıp gidişini izlemek bambaşka bir duygu. o hayalin öyle gerçekleşip gitmesinde belki çekiciliği. hayaller yıkıldığında geriye kalan tek şey, o anı gerçek olmasa bile gözünde tasvir edebilmiş olabilmektir. güzel bir filmi izlemiş gibi arkasına rahatça yaslanabiliyorsa eğer insan, hayal kurmanın kötü birşey olmadığının da farkına varmış demektir.
arzuyla hayal kavramları birbirlerini çok severler. hayal edersin, hayal ettiğin şeyi arzulamaya başlarsın. tabii bu hayaller gerçek dışı olmalıdır. onu aramak, bulmaya çalışmak, ona ulaşabilmek için çaba sarf edebilmek... bunlar gerçekleşiyorsa eğer, artık onu istemekten vazgeçersin bir süre sonra. bir bakarsın aslında istediğin o değildi, onun hayaliydi. bu yüzden insanlar maymun iştahlı zaten.
kimi zaman da bunun tam tersi olur, çok istersin, gerçekleşmez hiç bir zaman. aslında gerçekleşmeyeceğini de biliyorsundur. ama vazgeçemezsin, hayalini kurmaktan alıkoyamazsın kendini. sonra ne olur? hayaller yıkıldı dimi? yıkılan hayaller ardında üzüntü ve acıyı getirebilir evet. ama yenisini oluşturmak o kadar zor değil ki. parçaları birleştir ve yeniden oluşsun. eskisinden daha güzel olmayacağı ne malum? insan kendisine hayal kurdurabilecek birşeye sahipse asla vazgeçmemelidir hayal kurmaktan, kaçmamalıdır. çünkü üzdüğü kadar da mutlu eder.

6 Ağustos 2010 Cuma

kinyas ve kayra

...kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? beni kim kurtaracaktı? ''kurtuluş'' dedim ''ankara da bir mahalle.'' fazlası değil. belki bir de bob marley in en iyi şarkısı. daha fazla düşünmeye gerek yok. adı her yerde, kendisi yok. kurtulmaya gelmiyoruz bu dünyaya. daha da saplanmak için buradayız. dibine kadar. onun için çürüyor bedenlerimiz ölünce. mısırlılar uğraşmış efendileri kurtulsun diye ama nafile. çaresi yok. kurtuluşu beklemek yararsız. gelmez çünkü. kontenjan dolmuş. biz daha çok kötülüğün sınırını zorluyoruz.
mucizeler bitti. doğmak yeterince mucizevi. başka bir tane daha beklemek aptalca. ölmek de ikincisi. bunların arasında da bir şey yok. kimse beklemesin...

cümleleri ile beni kendimden geçiren o büyüleyici kitap... neden büyüleyici, başka kitap mı kalmadı? sorularıyla karşılaşmadım değil, bundan da utanç duymadım sayılmaz. utanıcak ben değilim be arkadaş. kimse kimsenin zevkine karışmamalı değil mi? ben karışmıyorum şahsen, bu da benim zevkim.
kitap hakkında o kadar çok yorum yazabilirim şuraya fekat blog falan çöker diye korkuyorum.
nasıl sürükledi de bi çırpıda okudum ben de haala anlamadım. onu da geçtim, beş kere okudum. etkisinden nasıl kurtulmayı başardım, artık okuyan bilir halimi. çabuk bitirmek istemedim, itiraf ediyorum. ama öyle bi etki bıraktı ki, okumadığım anlarda kitabın ilerleyişini canlandırır hale geldim. sanki zihnim kitabı okumaya devam eder gibiydi. dayanılmaz bi his bu. çoğu kitaptan etkilendim, paragraflarını not ettiğim kitaplar da oldu. fakat bu bambaşkaydı.
okumayanlar için, okumayı reddedenler için o kadar üzülüyorum ki anlatamam. büyük kayıp diyebilirim iki kelimeyle özendirircesine.bu kitabı okuyanlar azınlıkta olduğu için de ayrıca üzülüyorum. yaa nasıl yaa? anlatmaya çabalamak çaresizliğimin eseri burdan içten bir şekilde özür dilemek istiyorum aslında. çünkü ne kadar anlatmaya çalışırsam belki o kadar batıyorum ya da başarısız oluyorum. herkesde aynı duyguları uyandırmaz her eser, zaten eser olmaz o zaman dimi? bu da öyle işte okusanız ne kaybedersiniz? dediğim, hatta oku da gör bakalım daha da dalga geçmeye devam ediyor musun? da demek istediğim canım başucu kitabım. seni kimsecikler okumasa, sevmese bile ben seviyorum yaa!

Sözlerimin sonunu duymadığın zaman.
Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman.
Değiştiriyorum son kelimelerimi.
Değiştiriyorum sonumu.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı
belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece
sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır
yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir
ayrılık gizlendiğine
belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci
dereceden failidir"
denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle
avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini
tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim
uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık
etmiş olmasalardı eğer!!


Can Yücel

27 Haziran 2010 Pazar

selam can sıkıntısı eseri, selamlaar selamlaar. her zamanki gibi canım sıkıldı napsam ne etsem dedim işte böyle bişiyler çizdim. artık napalım hayırlısı neyse o olsun.

veee günlerden bir gün damla yine adaya gider. amacım tabisi fotoğraf çekmek değildi itiraf etmeden geçemicem,belki süpersonik bi fotoğraf makinem de olmayabilir ama kendime engell olamıyoruuumm bence. ayrıca bulut sapığı olduğumun da artık farkına vardım.

bu fotoğraf için çok kastın mı? sorusu bana artık komik geliyo çünkü valla hiç kasmadım lan. hatta tamamiyle istemeden oldu diyebilirim. o sıra göksel adlı arkadaşımla taş sektirmeye çalışıyoduk. birden lök diye çekivermişim işte. ama nedense cok hoşuma gitti. bence iyidir iyi.








eveet ben adaya gidemese de onu uzaktan çeken damla selaaam!
çok azimliyim ya kendimi gercekten tebrik ediyorum. fotoğraf da fena olmamış hani. allah kahretsin megolaman bir ergen olma yolunda ilerliyorum galiba kendimi durdururken başka bi fotoğraf yüklesem iyi olucak.






bence ben bu fotoğrafı bir gün almanların eline ulaştırıp sonra bu fotoğraftan para kazanıcam. buna inanıyorum.















galiba bana gelen tüm laleler lanetli. kahretsin ki çok seviyorum bu çiçeği. ama hep de başına bişiyler geliyo. neden ben neden biz falan durumları. bu fotoğrafı büyüüük bir istekle çektim çünkü bunlardan önce aldığım lalelerin başına hep bişiyler gelmişti. fotoğrafı cektikten sonra yiğenimin üzerinde durdukları sehpayı devirdiğini de belirtirsem eğer evet gerçekten lanetliler.












e bunları da koydum bitsin artık bence. damla yine adaya gider damla yine bulut sapıklığını gözler önüne serer falan.
galiba hiç bir zaman deniz olmayan yerde yaşayamıcam.
hadi yeter bu kadaaar..

26 Haziran 2010 Cumartesi

Beatles

1960'lı yılların en pöpüler gruplarından olan Beatles İngiltere'nin Liverpool kentinde kurulmuştur.Geçmişten günümüze kadar gelen en büyük gruplardan olan Beatles; John Lennon, Paul McCartney, George Harrison ve Ringo Star yani Richard Starkey üyelerinden oluşmaktaydı.
Grup ilk single ı olan 'Love Me Do'yu 1962 yılında çıkararak listelere hızlı bir giriş yaptı.İlk albüm 'Please Please Me' Mart 1963'te çıktı. Bu albümün de çıkışı ile İngiltere 'de 'Beatlesmania' adı verilen Beatles çılgınlığı ortaya çıkmış oldu.

Geleliim bunları neden yazdığıma:
Beatles tüm insanlığın çocukluğu,ergenliği,yaşlılığı gibi adeta. Asla bitmeyecek bir çılgınlık. Bana göre Beatles kimsenin yapamadığını yaptı. Dönemin insanlarını, bizleri; kafamızın içinde oluşan kalıplardan kurtardı. Her kesime hitap etmesi grubun samimiliğine inanmamızı, onu daha çok sevmemizi sağladı. Hayal etme gücünü tüm insanlığa öğreten, yaşama tutunmayı, basma kalıp sözlerden kurtulmayı sağlayan ve hala canlı bir grup Beatles. 80'li - 90'lı yıl kuşağını büyüten grup Beatles. İçimizden biri onlar, dağılsalar da şu an var olmasalar da, müziği hiç bir zaman yok olmayacak bir gruğ Beatles.
Beatles'ı sevmeyen bi insan düşünemiyorum veya düşünmek istemiyor da olabilirim ona henüz karar veremedim. Tek kelime ile özetlenirse eğer Beatles 'herşey' dir.
Yeri geldiğinde cocuksu hissettiren 'Yellow Submarine' ile, insanı eğlendiren enerji veren 'Twist and Shout' ve 'She Loves You' su ile düşündüren 'Something' i ile asla yeri doldurulamayacak bir grup. Onlar bir devrim adeta, fikirlerinden aslaa ve asla zarar gelmeyecek bir devrim.

sözlerime son verirken en sevdiğim şarkılarından olan something i de yazmadan gecemicem.

Something in the way she moves,
Attracts me like no other lover.
Something in the way she woos me.
I don't want to leave her now,
You know i believe and how.

Somewhere in her smile she knows,
That i don't need no other lover.
Something in her style that shows me.
I don't want to leave her now,
You know i believe and how.

You're asking me will my love grow,
I don't know, i don't know.
Stick around, and it may show,
But i don't know, don't know.

Something in the way she knows,
And all i have to do is think of her.
Something in the things she shows me.
I don't want to leave her now.
You know i believe and how.

25 Haziran 2010 Cuma

yasak aşk he?

geleliiim şu aşk-ı memnuya
insanların neden bu dizilere bu kadar sardırdığı konusuna değinmek istemiyorum aslında ama yapamıcam galiba.
tercih ve talep meselesi bazı şeyler tabi, ket vuramayız, vurcak halimiz yok.

bende dün 'veda' olması dolayısıyla izleme gibi bir etkinlikte bulundum.
sonunda herkes gibi bihterin öleceğini ben de biliyordum.
kitabını okumuştum zamanında, her ne kadar gerçeğini yansıtmayıp ondan bağımsız bi şekilde de devam etse neler olacağı açıkca belliydi.
insanlığı ekrana kitleyecek şekilde bağımlılık yapan bu dizi ardından bir takım sitelerde gördüğüm 'bihter keşke ölmeseydi de ben ölseydim' , ' bihter benim canımdan bi parçaydı nasıl olur da ölür', 'cenazesine gidiyor muyuz' gibi yorumlar karşısında ağzım açık ve psikolojim bozulmuş bir şekilde kalakaldım.
nasıl olur da allahın dizisini hayatlarımızın içine bu kadar da abartılı bi şekilde sokabiliriz, bunu henüz anlamlandırabilmiş değilim.

ayrıca her 2-3sahnenin ardından verdikleri reklamlar, para kazanmaya prim yapmaya çalışanlar için bu tür diziler ideal konuma geliyor tabi.
daha fazla uzatmak istememekle beraber sunları da söylemek istiyorum. Adnanın uzuuun bi sürece eminönü kabataş sahilleri semalarında yürümesi, ve dizinin sonlarına doğru Behlül'ün aşkım behlül kaçar demesi üzerine gülme krizlerine giren ben ,şunu çok merak ediyor ; acaba gerçek aşk-ı memnu bağımlıları bu sahnelerde ne gibi tepkiler verdi?
Beatles, something le giriştim bunu yazmaya.
kabul etmeliyim ki çok fecii gülmüşüm.
neyse bunlar önemli değil, bunu paylaşmak istememin sebepleri ne beatles ne de benim gülüşüm.
Tarih 2 Nisan 2010; her zamanki gibi adadayız, ziyaretimizin nedeni ise benim doğum günüm. yaşanılan eğlenceli dakikalar, ve çekilen yağmurlu bir hava sonrası sıra pasta faslına geldiğinde tabi ki bir insanı fotoğraf çekmesi hususunda görevlendirdim -bunu yapmasaydım da içimde kalır ve patlardı-.
evet pasta geldi ve sevgili gönül dostlarım klasikleşen iyi ki doğğğdun.. diye giden melodileri mırıldanırken, aliciğiim yavrucuuğm -pastayı tutan canlı varlık- yüksek bir volumle devamını iyii kii doğğduun faaatmaaa ! olarak getirdi.
fatma kim? e benim adım damla, o zaman ahahaha ve flaş patlar.
asla unutulmayacak bir anı galiba,
bu güzel anı, bu güzel gün de ancak böyle taşınabilirdi fotoğraf karesine bence.
çekenin, çektirenin ve çekilenin yüreğine sağlık diyor ve gidiyorum.

hey!

evet sonunda ben de galiba buralara yettim.
hoş yetmişim, boş yetmiyim diye başladım çıtırdatmaya adamım.
insanlığım öncelikle uzun süre sonra laptopu tekrardan keşfedince site çılgınlığında buldum kendimi.
en son limanım da burası falan oldu işte.
anlatılmıcak bir şekilde uykum var,
arkadaşımın kedisinin -sevgili ve biricik sodacığın- üstümde uyuması ve kıçımı da didiklemesi üzerine üstüme bir ağırlık da çökmemiş değil hani.
her neyse, öküzlüğümü gösterip bu zamana kadar paylaşmadığım kadar blog paylaşma şerefine tek başıma nail olmak benim için büyük bir zevk.
o zaman kendime let's have a fun diyorum ve işe atılıyorum