8 Ağustos 2013 Perşembe

Yiti(ri)yoruz


“Seçim yapmaya zorlanan hayatların sisle kaplı yağmur damlalarında gizli,
Tek bir sigara dumanına bakan;  yaşlı gözlerin vefasız iç çekişleri,
Karşılıksız atan tek bir kalbin - işitmeye mecbur-  acımasız sözleri.”

Yitiriyoruz. Günden güne tüketiyoruz.
Gözlerini dikmiş, kin dolu, umarsız kalbin,
Ellerinde, kaskatı.
Yarını çıkarır mı bilinmez sözlerin,
İçimde, capcanlı.

Kemiriyor günleri…
Pençelerinde takvim sayfaları.
Dile düşmeyen, beliriyor karanlığı.

Yitiyoruz. Günden güne tükeniyoruz.
Belirsiz saatlerin, belirsiz duvarlarına kaplı,
Sıkışıyoruz.
Görmüyor gözlerim, göstermiyor yarını.
Yüzünü çeviriyorsun itiyor tüm yükü,
Zihnime sarılmış anıları kaplıyor çirkin gerçeğin.

“Duymamazlığa veriliyor,
Tekrar edilen, sahiliği bilinmeyen sözler ardında.
Adım atmaya yer yok buralarda, ayakaltı olmuş kelimeler.
Günahsızlığın boynunda,  kopmaya yüz tutuyor hayat denilen şey. ”

21 Temmuz 2013 Pazar

kırmızı şarabı elinde çürütüyor yine, 
öylece bir yaz gecesi. 
sorgularken; cevapların hoyratlığıyla savrulduğu sandalyesine çökük.
cümleler bitmiyor,
şarap kıpkırmızı.
ellerini götürseydi belki, çamura bulanacaktı her şey.

damlalar bulaşıyor o bembeyaz mermerlere.
yıllık şarap gidiyor.
o bile akışına bırakmışken ne gerek vardı soru işaretlerine?
ifadeler bile anlatıyorken gerçeği.

ben buradayım diyordu,
çığlıklarcasına yankılanırken.

farklı kitaplardan, farklı alıntılar üzerine kurulmuş bir hayat misali.
duymak istedikleriyle inşaa ettiği lego ev
tek bir harekete bakıyordu oysa.

serin bir yaz gecesi. 
şişeler dimdik. 
gün aydınlığa çalıyor. 
şarap çok boş.

7 Temmuz 2013 Pazar

Kural

Ne büyük şeydi farkındalık. İnsanı hatasından çeviren, ihtimali engelleyen. 
Şimdi buruşuk bir kağıt parçası kadar değersiz, karalanmış.
Cümlenin sonundaki üç noktaydı ilk zamanlar, sessiz fakat derindi.

Hiçbir şey değişmeyecek değildi, durağan şeyler zaten cansızdı hep.

Avuç içlerim kanıyor. 
Vücudumu istila eden karıncalanmalar. Bükülüyor ruhum, -sana duyduğum saygıdan değil.-
Günü karşılamak klişe, bugünse edebi

Dudaklarım titriyor, yanlış kelimeler itecek sana.
Korkuyorum. 
Dün rüyaydı oysa, umut paramparça.

Dizilmiyor cümleler, sen sağır, sen kör.

Avuç içlerim acıyor.
Sahip olduklarımız vardı. Onlar bizim ve özgündü ya hani.
Git diye çağırmadım ben seni,
Birleşik bir sözcüktük biz seninle, 
Hani kurala uyacaktık?

26 Mart 2013 Salı

söylemek isteyip de söyleyememenin, yutkunup,
o tadın hissini bilir misin?
birkaç adım ileri, koşarak geri.

sabah yüzünde parlayan o güneş hala burada,
gecenin karanlığında.
içi boş savrulan kelimeler halının tozlarına karışmış, ayaklarıma dolanıyor.
gelemiyorum.

birkaç dağ var,
biraz deniz,
aynı gökyüzünde farklı havayı solurken ikimiz.

gece omzuna düştü sevgim.
koynunda sıcacık.
nefesinle avuçladığın benliğim.
sende bak hala,
çıkmayacakmışcasına.

pencereme düşüyorsun gündüzleri,
rüzgarına kapılıp sende buluyorum kendimi.
al şu geceleri,
götür benden başka,
götür ki kalmasın geri.
sadece sen olmalısın,
en güzeli.

19 Mart 2013 Salı


Her şey durağan ve olması gerektiği yerde. 
Ne bir eksiği ne de bir fazlası var,
her şey olduğu gibi.

Geceydi;  acılar anadan üryan, yalnızlığın soğuk bedeniyle sevişiyordu.
Güneşi emmeyen vücutlar…

Bir kuzu doğuyordu, bir ceylan, bir tay.
Bir bebek dünyaya geliyordu karamsarlığa inat,
                                                                          Sonra bir kuzu ölüyordu, bir ceylan, bir tay.
Umuda inat.

19 Şubat 2013 Salı

bazen bir şeyleri silmek istersin de silemezsin ya hani,
elin gitmez, bir küçük anı yeter titremeye.
bir oyun sahnelendi dün gece,
kanlı ve kirli
söküp çıkaran tüm sevgiyi,
yakıp yıkan tüm iyiliği.
bir oyun sahnelendi,
ve her şey bitti.

4 Şubat 2013 Pazartesi

''biz kırıldık daha da kırılırız
ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
hırsız da bilmiyor çaldığını
biz yeni hayatın acemileriyiz.
bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
şiirimiz, aşkımız yeniden,
son günleri yaşıyoruz belki
ilk günleri de yaşarız belki
kekre bir şey var bu havada
geçmişle gelecek arasında
acıyla sevinç arasında
öfkeyle barış arasında.''


Cemal Süreya

Yadırganmaz gerçeklikler hayatın hep ensesindedir, bir yılan misali.
Hayat hep karanlıktır, seçemezsin renkleri.
Etraf uğuldar,
İnsanların yaşama sesleri…
Yaz ayı gibidir aşk.
Kara bulutların ardından sıyrılıp gelir ve geçer,
Ardında kara bulutlar ile.
Özlemi, sevgiyi öğretenin yoktur iyisi kötüsü.
Özlem güzeldir,
Sevgi güzeldir,
Karşılıklısı, karşılıksızı.

3 Şubat 2013 Pazar


Bir baloncuk beliriveriyor düşüncelerin arından, kapkara gündüzleri delip geçen.
Olmaz diyor haykırırcasına sessiz. Esmemeli rüzgar,  yönüne.
Silüetler ardında benliğin, beliriveriyor beklenmezler akşamında.
Bir görüş bile yakıp geçerken tabuları, benim kararım niye?

16 Ocak 2013 Çarşamba

Gri


Gecenin karanlığı çoğu zaman insanın elinde beliren her şeyi bir anda gizleyiverir. İçinde kopan fırtınaları, o yoğun dalgaları sadece ışıkta görünür hale getirir. Bazen de öylesine apaçıklaştırır. Serer önüne nehirler misali akıp gider.
Derin ismi gibiydi. İçinde dolmayan boşluklar taşıyordu.  Gerçeklikten ayrı, maskelerle yaşıyordu nefes almadan. İçine çekmiyordu sigara dışında hiçbir şeyi. Temiz hava diye bir şey yoktu. Gri bir çizgide yürüyen narin bir bedendi, yaşamla ölüm arasında git geller bile yaşamadan o gri çizgide beliren bir gölgeydi sadece.
İçinde sevgi adına karşılık gelebilecek tek şey İstanbuldu. Her gece kendini sokaklarda bulur, her gün rutin yollarından geçer gün ışıklarıyla evinde soluğu alırdı. Onu belirgin kılan tek şey karanlık ve soğuktu. Diğer insanlar gibi olamayacağının farkındalığı içindeki boşlukları inceden inceden büyütür, tahmini imkansız hislere sebebiyet verirdi. Mümkün olduğunca güneşten uzak yaşadı, zorundalıkların peşinde güneşin suratına suratına bir tokat gibi çaptığı zamanlarda duyduğu tek histi imrenmek. Bir annenin çocuğuna sarılışı, kimseye aldırmadan öpüşen çiftler, kavga eden delikanlılar, hepsi onun için gözyaşı ve iç yakan sızı.
Daha 12 yaşında kaybetmişti annesini sevgiye ve ilgiye doyamadan, derin için anne kavramı tek bir kavram değilken üstelik. Baba adı verilen yükün annesinin omuzlarında olduğunun farkındalığıyla… O yaşlarda söndü tum umutları, hayata itilmiş kendi isteğiyle yöneltemeyeceği bir kurgunun içinde bulmuştu kendini. Elindeki yoksunluğu silemeyeceğinin farkına vardığında sadece bir gölgeydi artık. Yalnızlık onu kendince yoğurmuş, bir kaba koyup saklamıştı. Annesiyle vedalaşırken tanıştığı yalnızlık şimdi onun tek dostuydu. Kimse dostunu kaybetmek istemez, üstelik bu kadar içindeyken ve bu kadar ona sarılmışken…
İnsanların bakışlarını hiç önemsemezdi. Kendine yağan iltifatları, küfürleri, peşine takılan hiçbir nefesliyi önemsemezdi. Nefesli onun için insandı, kendini insanlardan farklı kılan tek şey değildi nefes belki, ama en büyük farktı. Güzelliği her şeyi yıkıp geçecek güçteydi ama bunlar hiçbir şey ifade etmiyordu. Her gün bir başkası peşine takılırken o sadece yürüyordu, korkmadan. Ne vardı ki korkacak? Kaybedecek bir şeyi olmayanın korkusu olmazdı.
Her gece mutlaka önce Sefa lokantasında çorbasını içer sonra da kendini yenileyen heyecanı ve merakıyla sokağa atılırdı. Karaköye inmeden geçmez, her zaman oturduğu bankta öylece denize dalardı şeffaf bir balık misali. Yanına oturanların suratlarını bile merak etmeden kalkar gider, binlerce kez geçtiği sokakların öykülerinde, masallarında bulurdu kendini. Bulunduğu sokakta yankılanan kahkahalar, çarpan topuk sesleri, ağız şapırtıları, sevgi yumakları yanından bir korku bulutu misali yürüyüp giderdi.
O gün işten yorgun dönmüştü Derin. Belki de ilk defa içindeki dışarı çıkma arzusu hafiflemiş yerini uykuya devretmek istemişti, yine de aldırış etmedi yalpalanan cılız bacaklarına ve Sefa’ya atıverdi kendini. Fırat, Derin’i görür görmez önüne bıraktı mercimek çorbasını. Hafifçe yudumlarken kendine doğru dikilmiş bir çift mavi göze doğru ilişti yorgun gözleri, ona şefkatle ve sevgiyle bakan bir çift göz… Bir sıcaklık hissetti gözbebeklerinin etrafında, korkuyla çarpan kalbi kendini dışarı atacak gibiydi, parayı öylece bıraktı, dışarı çıktı ani ve tecrübesiz. Kapının kenarında öylece oturup duraksadı içinde beliren soru işaretlerinin sorularını beklerken. Kafasını kaldırdığında karşısında duran mavi gözler içerdekiyle aynıydı. Bir ses geldi peşisıra… ‘’Korkuttuğum için özürdilerim. Niyetim sizi korkutmak değildi. Ben, ben sadece… Sadece size bakmak istedim, özüdilerim.’’ Duydukları karşısında iyice donakalmıştı derin. İçindeki yalnızlık kanlı bir savaşta mağlup düşmüşcesine ılıklaştı. Ne diyeceğini bilemiyordu, kendisine yönelen o sevgi dolu şefkat dolu bakışları bir kenara itemeyeceğinin farkındaydı. Karşı karşıya kaldığı sessizlikle burkulan adam ‘’Daha fazla rahatsız etmeyeyim sizi, tekrar ürküttüğüm için özürdilerim . İyi geceler…’’ diyip arkasını dönmüştü. Derin o derin sessizliğini yırtana dek. ‘’Durun, belki de bu bir işaret.’’ Ne söylediğinin farkında bile değildi. Neyin işaretiydi?  Neyin belirtisi olabilirdi. Rüzgar duyduğu cümlenin manasını bile sorgulamadan kaldırdı derini oturduğu o soğuk taştan. O gece bir ilki daha yaşayarak yanında bir başkasıyla dolaştı aynı sokakları, yanında bir başkasıyla oturdu Karaköy’deki banka.  Kulağında bitmek bilmeyen bir şarkı çalmaya başlamıştı o gün. İçini ısıtan boşlukları dolduran bir müzik… İstanbul aşk için çalıyordu o görkemli senfonisini.
Büyük bir tutkunun içinde yeşerivermeye başlamıştı Derin. Eskisinden daha çok güneşle karşı karşıya geliyor kimi zaman yüzünde ışıldamasına bile izin veriyordu. Eskisi kadar sızlamıyordu elleri, ılınmaya başlamıştı bedeni. Rüzgarla birlikte gece yürüyüşlerine olduğu gibi devam ettiler, gündüzleri de… Sokaklara siniyordu aşkın kokusu, her bir caddede yerini almaya başlamıştı anılar.
Hiç olmadığı kadar kendiydi Derin, yüzündeki maskesinden eser yoktu o yanındayken. Nefes almayı öğreniyor, aldıkça canlanıyor kendine özgüveni artıyordu. Artık o da nefesliydi, o da sigaradan başka bir şeyi ciğerlerinde ve damarlarında taşıyabiliyordu, bunu hissedebiliyordu en güçlü haliyle.
Sessiz bir yitirişti Rüzgar. Sanki hiç olmamışçasına esip gittiğini sanmıştı Derinden. Aşkı tanımlarken en gerçekçi haline itilmişti birden. Acı çekiyordu. Daha iyi anlamıştı şairleri, yazarları, aşk acısı çeken insanları. Aşkın diğer yüzünde acı vardı, ve bu reddedilemezdi. Geçtiği sokaklara caddelere sinmiş anılar o yankılanan topuklar kahkahalar gibi geçip gitmedi yanından. Benliğine küsmüş aşkın ellerinde açtığı yaralarla kanayan uğultusu vardı sadece. Yitirilişler hep sondu. Grilikten siyaha kayan hayatın rüyası ise aşk olarak kalacaktı.