Kendimi balkonun
demirlerinden usulca bırakma isteğiyle savaşırken bulmuştum seni.
Evet tam anlamıyla
bir savaştı bu. Nefretin ta kendisi
Bazen ölmek, bazen
ölüp tekrar doğmak istiyordum.
Bir ara bunu
unutmuştum,
İçim koca
boşluklarla dolup taşarken bıraktım soru sormayı.
Üstüne gidebilecek
en güzel şeyi yaparak noktaladım, su içtim.
Kana kana, -ölüme
susamıştım.-
Farkına varmadan dar
ve çıkmaz sokaklarına düşmüştüm senin.
Siyah beyazdı her
şey. Tam fotoğraflıktı öyle ya? Sen severdin fotoğraf çekmeyi.
Orantısız
merdivenlerin vardı sonlarında.
Eskimiş kırık dökük
binalar...
İçinde koşuşturan
cıvıl cıvıl çocuklar vardı,
Her birinin
çehresinde farklı hüzün.
Düşüp kalkardım sert
kaldırımlarından; yaralanmadan, canım yanmadan ayaklanır yürüyüverirdim.
Sonbaharında o kadar
güzel ve sakindi ki, sıcak esen rüzgarıyla kavrulurdum habersizce.
İnsanların içine
kustuğu dünyanın, beyin eriten acısıyla açtım o çapaklı gözlerimi güne.
Tırnaklarımın ucuna
kadar uzanan bir sızı var bir yerlerde, sorgulamaya üşeniyorum.
Düştüğüm bu evin
içinde ayaklanamıyorum.
Bir şeyler eksik.
Sen gittin, ayak
izlerin kalsın istedim.
Bir kılın dahi
düşmemişti oysa.
Uçurtmalı hayaller
vardı.
Bir ucunda deniz,
Ve bir bank.
Dolmayan koskoca bir
boşluk,
Zaten boşluk dediğin
dolması zor değil miydi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder