14 Temmuz 2012 Cumartesi


Kendimi balkonun demirlerinden usulca bırakma isteğiyle savaşırken bulmuştum seni.
Evet tam anlamıyla bir savaştı bu. Nefretin ta kendisi
Bazen ölmek, bazen ölüp tekrar doğmak istiyordum.
Bir ara bunu unutmuştum,
İçim koca boşluklarla dolup taşarken bıraktım soru sormayı.
Üstüne gidebilecek en güzel şeyi yaparak noktaladım, su içtim.
Kana kana, -ölüme susamıştım.-

Farkına varmadan dar ve çıkmaz sokaklarına düşmüştüm senin.
Siyah beyazdı her şey. Tam fotoğraflıktı öyle ya? Sen severdin fotoğraf çekmeyi.
Orantısız merdivenlerin vardı sonlarında.
Eskimiş kırık dökük binalar...
İçinde koşuşturan cıvıl cıvıl çocuklar vardı,
Her birinin çehresinde farklı hüzün.
Düşüp kalkardım sert kaldırımlarından; yaralanmadan, canım yanmadan ayaklanır yürüyüverirdim.
Sonbaharında o kadar güzel ve sakindi ki, sıcak esen rüzgarıyla kavrulurdum habersizce.

İnsanların içine kustuğu dünyanın, beyin eriten acısıyla açtım o çapaklı gözlerimi güne.
Tırnaklarımın ucuna kadar uzanan bir sızı var bir yerlerde, sorgulamaya üşeniyorum.
Düştüğüm bu evin içinde ayaklanamıyorum.
Bir şeyler eksik.
Sen gittin, ayak izlerin kalsın istedim.
Bir kılın dahi düşmemişti oysa.

Uçurtmalı hayaller vardı.
Bir ucunda deniz,
Ve bir bank.

Dolmayan koskoca bir boşluk,
Zaten boşluk dediğin dolması zor değil miydi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder